FizikTarih

Oppenheimer: Atom Bombasının Babası

Bu günlerde nereye baksak karşılaştığımız bir isim Oppenheimer. Hep “Atom Bombasının Babası/Mucidi” olarak andık onu ama bu projedeki çalışmalarından önce de bilim dünyasında kendine önemli bir yer edinmiş biriydi Oppenheimer. Bu yazımızda Oppenheimer’ı mercek altına alacağız ve kendisini çok daha yakından tanıyacağız.

Bir Dahi Doğuyor!

Julius Robert Oppenheimer, 22 Nisan 1904’te New York’ta dünyaya geldi. Julius ismini babasından alan Oppenheimer, hayatı boyunca ismini J. Robert olarak kullanmış ve “J.” kısaltmasının ne anlama geldiğini soranlara ise “Hiçbir anlama gelmiyor, sadece J.” şeklinde cevap vermiştir.

Oppenheimer
Genç Oppenheimer ve Babası (1905) (Görsel Kaynağı: Kitty Oppenheimer and the J. Robert Oppenheimer Memorial Committee)

Babası tekstil tüccarı, annesi ressam olan Oppenheimer, Alman Yahudi göçmeni, hâli vakti oldukça yerinde bir ailenin ilk çocuğuydu. Buna karşın, arkadaşlarına göre hiç de şımarık biri değildi aksine oldukça cömert biriydi. Ailesi, Robert’ın bir dahi olduğunu o daha küçük bir çocukken fark etmişti. Küçük Robert taş toplamayı çok seviyordu ve topladığı taşlar hakkında New York Mineraloji Kulübü’ne mektuplar yazıyordu. Mineralojiye özel ilgi duyan Robert, etik ve edebiyat da dahil olmak üzere birçok farklı alanda dersler veren özel bir okulda eğitim gördükten sonra, Harvard Üniversitesi’nde kimya lisansına başladı. Ana branşı kimya olmasına rağmen matematik, tarih ve felsefe alanlarında da dersler alan Oppenheimer, ayrıca, Nobel Fizik Ödülü alan termodinamik hocası Percy Bridgman sayesinde fiziğe de ilgi duymuştur. Oldukça başarılı olan Oppenheimer, okulunu şeref ödülü alarak 3 senede bitirdi. Bu 3 yıl içinde, sosyal hayatında pek bir ilerleme olmamasına rağmen akademik anlamda hemen kendini belli etmişti. Yıllar sonra tekrar karşılaşacağı Niels Bohr ile de Harvard’daki bir konferansta tanışmıştı.

Niels Bohr ve Oppenheimer
Niels Bohr ve Oppenheimer (1958) (Görsel Kaynağı: Arkiv.dk)

Lisans eğitiminin ardından Oppenheimer yüksek eğitimi için gözünü Avrupa’ya dikmişti. O dönem yapılan çalışmalar bilim dünyasında çığır açmaktaydı. Proton ve nötronun Rutherford ve Chadwick tarafından keşfedilmesi ve Bohr’un günümüzde hâlâ geçerli olan atom modelini öne sürmesi ile üzerinde çalışılacak birçok yeni alan baş göstermişti. Öğrenilecek ve denenecek çok fazla şey vardı. İlk başta Cambridge’deki Cavendish laboratuvarına girebilmek için Ernest Rutherford’a başvurdu ancak kabul edilmedi. Rutherford, her ne kadar Oppenheimer’ın başvurusunu kabul etmemiş olsa da başvuruyu hocası J.J. Thomson’a iletmişti ve Thomson da başvuruyu olumlu değerlendirmişti. Oppenheimer, Rutherford tarafından reddedilmiş olduğuna üzülmesine rağmen Thomson’ın onu kabul etmesinden yana mutlu olmuştu. Böylelikle, çalışma alanını deneysel fiziğe çeviren Oppenheimer, Avrupa’nın yolunu tuttu.

Yasak Elma

Ancak Avrupa macerası Oppenheimer için pek iyi başlamadı. Cambridge Üniversitesi’nde çalışmalarının bir kısmını laboratuvarda yapması onun için tam bir işkenceydi. Danışmanı olan Blackett ile arası çok kötüydü. Hatta bu sebeple Blackett’in masasına zehirli bir elma bıraktığı bile söyleniyor. Yıllar içinde, Oppenheimer’ın birkaç arkadaşı onun böyle bir şey yaptığını itiraf ettiğini iddia ettiler. Ancak bu olayın gerçekliğine dair birkaç şüphe uyandırıcı durum var. Arkadaşlarının belirttiği itirafta olayın tarihi konusunda yaklaşık 6-7 aylık bir sapma vardır. Oppenheimer’ın o dönemde psikolojisi çok iyi durumda değildi ve detaylarını pek söylememiş olsa da, eskiden şizofreniyi tanımlayan “dementia praecox” teşhisi almıştı. Benzer şekilde Oppenheimer’a “psikoz” teşhisi koyulduğuna dair rivayetler de vardır. Bu yüzden bazı arkadaşları bu itirafın gerçek mi yoksa hayal ürünü mü olduğunu kestiremedi. Ancak yakın arkadaşı Fegusson, olayın gerçek olduğunu ve Oppenheimer’ın Cambridge’ten atılma riskinin bile bulunduğunu, ancak babasının yaptığı lobiler sonucunda atılmadığını belirtti. Söz konusu zehirli elmanın içinde ne olduğu ise asla öğrenilemedi. Oppenheimer’ı tanıyanlar ve ondan bu hikâyeyi duyanlara göre bu bir zehir değil, bağırsakları rahatsız edecek bir karışımdı.

Zehirli Elma

Oppenheimer bu elma olayının ardından Alman bir fizikçi olan Max Born ile tanıştı. Born, “kuantum mekaniği” terimini sözlüğe eklemiş ve Heisenberg, Eugene Wigner, Wolfgang Pauli ve Enrico Fermi gibi bilim dünyasında önemli yerlere sahip olan isimlerin yetişmesinde de rol almıştı. Born, bu genç adamdan da fazlasıyla etkilenmişti ki; onu, çalıştığı Göttingen Üniversitesi’ndeki çalışmalara dahil olması için davet etti. Oppenheimer bu teklifi kabul etti ve kendisini çok daha mutlu eden araştırmalarla uğraşmaya başladı. Bu ikili, ilerleyen günlerde “Born – Oppenheimer Yaklaşımı” adlı bir çalışmaya imza atacaklardı. Oppenheimer’ın diğer çalışma arkadaşlarından biri Nobel Ödüllü James Franck ve nükleer fizyonun keşfinde büyük rol oynayacak olan Otto Hahn idi. Max Born ise 1954 yılında Nobel Fizik ödülünü kucaklayacaktı.

Bilim dünyasında kuantum teorisinin altın çağı yaşanıyordu. Sayısız yeni makale yayımlanıyordu. Göttingen Üniversitesi de bu konuda en çok makale yayımlayan okuldu. Oppenheimer’ın kendisi de Göttingen’de bulunduğu süre zarfında yedi yayın çıkarmıştı. Her ne kadar kuantum teorisi popüler olsa da, fizik alanının tartışmasız en ünlü ismi olan Einstein kuantuma pek sıcak bakmıyordu. O kadar ki Oppenheimer, Einstein’a yaptığı bir ziyaret sonrası memnuniyetsizliğini kardeşine yazdığı bir mektupta belirtmişti. “Einstein tam bir kaçık.” şeklinde yazmıştı Oppenheimer. Einstein konuya sıcak bakmıyor olsa da Avrupa’da konuyla ilgilenen birçok isim vardı. Bu isimlerden belki de en ilginci Heisenberg’ti.

Werner Heisenberg
Werner Heisenberg (1933) (Görsel Kaynağı: Bundesarchiv, Bild 183-R57262 / Unknown author / CC-BY-SA 3.0)

1927 yılında Oppenheimer’ın yaptığı çalışmalar Heisenberg’in keşiflerini de içeriyordu. Oppenheimer, Heisenberg’e karşı bir hayranlık ve saygı besliyordu. Ancak yıllar sonra atom bombası yapma yarışındaki en büyük rakibinin Heisenberg’in ta kendisi olacağını elbette o zamanlar bilmiyordu. Oppenheimer’ın Göttingen’de yaptığı en önemli çalışmalardan biri -belki de en önemlisi- kuantum tünelleme üzerineydi. Bu konuda dünyadaki ilk yayını Oppenheimer yazmıştır. (Kuantum tünelleme ilginizi çekiyorsa bu yazımıza bakmanızı öneririz: Kimyasal Tepkimelerin Beklenenden Çok Daha Hızlı Çıkma Sebebi: Kuantum Tünelleme) Aynı yıl Oppenheimer olağanüstü bir başarı ile doktora tezini savunmuştu. Tez savunması o kadar başarılıydı ki; tez jürisi üyelerinden James Franck, “Tam zamanında çıktık. Yoksa o bize soru sormaya başlayacaktı.” yorumunu yapmıştı.

Göttingen’deki başarılarının ardından Oppenheimer, birçok saygıdeğer yerden teklif almış olmasına rağmen, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nün (Caltech) teklifini kabul etti. Bir yıl sonra, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü ve Kaliforniya Üniversitesi arasında vaktini ikiye bölerek dersler vermeye başladı. Burada ileride iki Nobel Ödülü alacak kimyager Linus Pauling ile arkadaş oldu. Pauling’in biyografisini yazan Thomas Hager bu durumu şöyle açıklıyor: “Pauling, onu esprili, ilginç ve Caltech fakültesinin çoğunun ölümcül sıkıcılığına karşı hoş bir panzehir olarak gördü.” Bu sayede hızlı bir şekilde yakın arkadaş oldular. Fakat, arkadaşlıkları çok uzun sürmedi. Oppenheimer, Pauling’in eşi Ava Helen’e kendisiyle birlikte Meksika seyahati yapma teklifinde bulundu ve bu durum arkadaşlıklarının bitmesiyle sonuçlandı. Oppenheimer yıllar sonra, Pauling’den Manhattan Projesi’nin kimya bölümünün başına geçmesini istedi ancak Pauling bu teklifi kendi sağlık problemlerini öne sürerek reddetti.

Oppenheimer’ın Caltech macerası sırasında kendisine gelen tekliflerin ardı arkası kesilmiyordu. Teklifleri değerlendiren Oppenheimer bir yıllığına Zürih’e gitme kararı aldı. Zürih’teki yeni macerasına başlamadan önce Almanya Leipzig’de bir konferansa katılan Oppenheimer’ın yolu bir kez daha gelecekte rakibi olan Heisenberg ile kesişmişti. İkilinin arasında bir arkadaşlık olamamasına rağmen birbirlerine duydukları saygı bir kez daha katlanmıştı.

“Kuantum Fiziğinin İncili”

İkinci Avrupa macerasının ardından Oppenheimer Kaliforniya Üniversitesi’nde dersler vermeye başladı. Ancak verdiği derslerin içeriği öğrenciler için hem çok ağır hem de onlara göre çok hızlıydı. Anlatışını yavaşlatmaya çalıştığında ise tatmin olmuyor, “O kadar yavaş ilerliyorum ki, hiçbir yere varamıyorum.” diyordu. Hızlı hızlı ders anlatırken sürekli sigara içtiğinden, öğrencileri; “Bir gün tebeşiri ağzına alıp, sigara ile tahtaya yazı yazacak diye beklerdik.” demişti. Oppenheimer’ı anlamakta zorlanan tek kişi öğrencileri değildi. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden Profesör Richard Tolman, arkadaşının dersini dinledikten sonra “Robert, dersin çok güzeldi ama tek bir kelime bile anlamadım.” demişti. Öğretmenliğinin ilk başlarında Oppenheimer’ın öğrencilerine terör estirdiği, kırıcı yorumlar yaptığı söylenmişti. Ancak her geçen gün öğretmenlik konusunda çok daha iyiye gitmek için çabalıyordu. İlerleyen yıllarda  bunu başarmıştı. Onu çok seven öğrencileri onun kıyafetlerini giymeye ve aynı marka sigarayı içmeye başlamışlardı. Hatta birçoğu konuşmaları ve el kol hareketlerinde bile hocalarından ilham alıyorlardı. Bunun yanı sıra Oppenheimer teorik fizikte bir lider olarak isimini duyurmaya başlamıştı. Pozitronun (antielektron) varlığı konusundaki ilk teorileri ortaya attı. Bu kadar inanılmaz başarılara imza atıyor olmasına rağmen Oppenheimer’ın aritmetiği çok kötüydü. Ders anlatırken ya da çalışmaları sırasında birçok kez basit matematik hataları yapıyordu.

Matematik

Günümüzde bilim insanları Oppenheimer’ın en orijinal ve çığır açan çalışmasının 1930’lu yılların sonunda geldiği konusunda hemfikirler. Oppenheimer, nötron yıldızları ve beyaz cüce terimlerini ortaya atmış ve bu astronomik kütlelerin özelliklerini tahmin etmişti. Bu tahminleri ancak 1967 yılında gözlemlenebilecekti. Oppenheimer alanında o kadar ilerlemişti ki birçok meslektaşına göre “kuantum fiziğinin İncil’ini” yazabilecek biriydi.

1930’lu yıllar Oppenheimer’ın hem kariyeri hem de siyasi görüşleri için birçok gelişmenin olduğu bir dönemdi. O döneme kadar siyaset ile pek alakası olmayan Oppenheimer, komünist düşünceye karşı sempati duymaya başlamıştı. Komünist Parti üyesi olan birçok arkadaş edinmişti ve partinin yararına etkinlikler düzenlemişti. Ancak partiyle olan ilişkisinin kesin detayları hala günümüzde gizemini korumaktadır. Dahil olduğu bu yeni sosyal grubun birçok üyesi FBI ve diğer devlet yetkilileri tarafından izleniyordu, o da artık mercek altına alınmıştı ancak henüz bunu bilmiyordu. FBI, Oppenheimer için bir dosyayı Mart 1941’de açacaktı. Komünist Partisi’ne yakınlığının yanı sıra Oppenheimer, Almanya’da yükselişte olan Nazilerin baskısından kaçmak isteyen bilim adamlarına maddi destek de sağlıyordu.

Reklam

Manhattan Projesi’ne Giriş ve Atomik Bir Yarış

İkinci Dünya Savaşı başlamadan önce, bir tür nükleer bombanın yapılmasının mümkün olduğu bilim dünyasında netleşmişti. Leo Szilard, Enrico Fermi ile nükleer reaktörün mucitlerinden olan fizikçi, bu muhtemel bombayı Nazilerin yapmasından çok korkuyordu. Bu yüzden Szilard, bu konuyla ilgili Amerikan Başkanı Rooselvelt’in uyarılması gerektiğini düşünüyordu. Albert Einstein’ı konu ile ilgili başkana mektup yazması için ikna etti. Fakat, sanılanın aksine mektubu Szilard yazdı, Einstein mektubun altına imza attı. Ancak bombanın nasıl olacağı konusunda bazı anlaşmazlıklar vardı. Uranyum-235’in bomba için şart olduğu düşünülüyordu. Kimileri bu izotopun elde edilmesi çok zor olduğu için bombanın mümkün olmadığını, kimileri element elde edilse bile bombanın işe yaramama ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyordu. Ancak, tüm bu şüphelere rağmen bomba için araştırmalar hem Amerika’da hem Nazi Almanya’sında başlamıştı. Amerika’da projenin sorumlularından biri olan Ernest Lawrence Nazilerin teknolojik olarak kendilerinden çok daha ileride olduklarından korkmaya başlamıştı. Bu korkusunda yalnız değildi. Daha fazla beyin gücüne ihtiyaçları vardı. İşte tam da bu dönemde Lawrence’ın ısrarlarıyla, siyasi görüşünden kaynaklanan şüphelere rağmen Oppenheimer araştırmalara dahil oldu. Öğretmenlik ve liderlik konusundaki yeteneklerini ilerleten Oppenheimer, projede yardımcı olabilecek olan isimlerle bir tasarım arayışına başladı. Yapılan hesaplamalar sonucunda, teorik fizikçi Edward Teller, yapılan bombanın atmosferdeki nitrojeni ve okyanuslardaki hidrojeni tetikleyebileceğini düşünmüş ve bu tetikleme sonucunda bir tür kıyametin kopabileceğinden endişelenmeye başlamıştı. Bu endişelerini Teller, Oppenheimer’a iletti. Bu endişeleri paylaşan Oppenheimer ise konuyu Compton’a iletti. Compton’ın yorumu şöyle olmuştu: “İnsanlığın üzerine son perdeyi çekmektense, Nazi köleliğini kabul etsek daha iyi.” Bütün bu kıyamet senaryolarının yanı sıra Oppenheimer’ın üzerinde siyasi bir baskı da vardı. Birçok yetkili projeden alınması gerektiğini düşünüyordu. Projenin başındaki askeri yetkili olan Leslie Groves “Bana bu işi yapabilecek olan daha iyi birinin ismini verin.” sözleri ile Oppenheimer’ı savunmuştur.

Uranyum

Bomba yapma konusundaki yarış, bilim dünyasında artık bilinen bir sır olmuştu. Ancak hemen hemen herkes Nazilerin daha önde olduğunu düşünüyordu. Bu durum Oppenheimer’ın liderlik ettiği ekibin moralini bozmuyordu, aksine Oppenheimer bu düşünceyi ekibine bir ilham kaynağı olarak kullanıyordu. Ekim 1942’de, Oppenheimer çok ilginç bir mektup aldı. Fizikçi Victor Weisskopf mektubunda Wolfgang Pauli’den aldığı haberleri iletiyordu. Weisskopf, Nazilerin araştırmalarının başına Werner Heisenberg’in geldiğini ve Heisenberg’in İsviçre’de bir ders vereceğini belirtiyordu. Weisskopf bu ders sırasında Heisenberg’in kaçırılmasını veya öldürülmesini öneriyordu. Oppenheimer bu mektubu gerekli yetkililere iletmişti hatta İsviçre’de Heisenberg’in takip edilmesi için Leslie Groves tarafından birileri gönderilmişti. Ancak Heisenberg’in başına bir şey gelmesinin, Amerikalıların da bir atom bombası yapmaya çalıştıkları konusunda Nazileri şüphelendirebileceğinden korktukları için Heisenberg’e hiçbir şey yapılmamıştı.

Yarış hız kesmeden devam ediyordu. Çalışmalar hız kazandıkça Oppenheimer’ın üzerindeki baskı da artıyordu. Bu baskının kaynağı, bombanın Nazilerden önce yapılıp yapılamayacağı endişesi ve Oppenheimer’ın siyasi düşünceleriydi. Yıllar sonra ortaya çıkan belgelerden anlaşılıyor ki, Oppenheimer’ı kovmak için yetkililer her türlü yolu denemişti ancak bu işi yapabilecek başka kimse olmadığı için onu kovamamışlardı. Bu korkular yersizdi çünkü Oppenheimer hiçbir zaman bilgi sızdırmamış veya ajanlık yapmamıştı.

“Bohr bir Tanrı, Oppenheimer ise Peygamber”

1943 yılına gelindiğinde, bir başka bilim insanının suikasti için planlar yapılmıştı: Niels Bohr. Modern atom teorisinin mimarı olan Bohr, alanında tartışmasız bir liderdi. Oppenheimer, yıllar içinde birkaç kez tanıştığı Bohr’a hayrandı. Bu iki bilim adamı için yıllar sonra “Bohr bir Tanrı, Oppenheimer ise peygamberdi.” yorumları yapılacaktı. Oppenheimer, Manhattan Projesi’ne Bohr’u dahil etmeyi çok istiyordu. Bu durumun farkında olan Nazi Almanyası, Bohr’un öldürülmesi için bir denemede bulundu ancak İngiliz Kuvvetleri’nin olayın farkına varıp Bohr’u helikopter ile kaçırması sonucunda suikast engellenmişti. 1943’ün sonlarına doğru Bohr, projeyi yakından takip etmek için çalışmaların merkezi olan Los Alamos’a geldi. Bohr’a göre Oppenheimer ve ekibinin bombanın yapımı için bir yardıma ihtiyaçları yoktu. Projenin başarıya ulaşacağını düşünüyordu. Bohr, bombanın yapımından çok, sonraki süreçte neler olacağına dikkat çekmek istiyordu. Bombanın dünyayı nasıl değiştireceğine daha çok odaklanıyordu. Bohr’a göre ‘bu bomba korkunç bir şey olabilir ama büyük bir umut da olabilir’di. Her hâlükârda, insanlığın kaderini değiştirecek bilimsel bir zafer olacağından emindi. Aklında birçok endişe ve soruyla Los Alamos’a gelen Bohr, ayrılırken bu korkularının bazılarını artık taşımıyordu. Hem o hem Oppenheimer başlarda geri olduklarını düşündükleri bu yarışta artık geride olmadıklarını aslında çok ileride olduklarından yana hem fikirlerdi.

Oppenheimer ve Los Alamos Ekibi
Los Alamos Ekibi (Görsel Kaynağı: infobae)

Her ne kadar projenin her bir üyesi yakından izleniyor olsa da aralarına sızan Sovyet ajanını yetkililer fark edememişlerdi. Klaus Fuchs, projenin ilerleyişini ve detaylarını Sovyetler Birliği’ne aktarıyordu. Bu bilgi sızıntısı ilerleyen günlerde Amerika’yı zora sokacaktı.

30 Nisan 1945 tarihinde Adolf Hitler intihar etmişti ve 8 gün sonra Almanya teslim olmuştu. Bu durum, Manhattan Projesi’ndeki bilim insanlarını artık bomba üzerinde çalışmaya gerek olmadığını düşünmeye itmişti. Artık Naziler yoktu ve bu yüzden Nazilerden önce bomba yapmaya da gerek yoktu. Ancak yetkililer böyle düşünmüyordu. Japonya hâlâ teslim olmamıştı ve Sovyetler Birliği, her ne kadar savaşın bir noktasından sonra Amerika ile birlik olmuş olsa da hâlen bir tehditti. Bu yüzden atom bombası çalışmaları hız kesmeden devam ediyordu. Temmuz 1945’te Trinity adı verilen ilk atom bombası testi yapıldı ve başarıyla sonuçlandı. Bu inanılmaz sonucun karşısında Oppenheimer bu yarattığı silahların gücüyle sarsıldı ve Bhagavad Gita’dan bir alıntıyı hatırladı: “Şimdi dünyaların yok edicisi “Ölüm” oldum.

Bütün Savaşları Bitirecek Bir Bomba

Yetkililer, bombanın uyarı yapılmadan Japonya’da kullanılması ve Sovyetler Birliği’nin bomba konusunda bilgilendirilmemesinde hemfikir olmuştu. Oppenheimer’ın bu kararlar alınırken fikirlerini belirttiği bilinmektedir ancak kararların kesinleşmesi üzerinde çok büyük bir etkisi olmadığı düşünülmektedir. Bilim insanlarına göre bomba Japonya’da veya herhangi bir yerde kullanılmamalıydı. Onlara göre belirli ülkelerden delegeler çağırılıp bombanın gücü gösterilmeliydi, bir göz dağı verilmeliydi. Oppenheimer konuya dair şu yorumları yapmıştı: “Bombanın atılmamasına dair fikirlerimi ve argümanlarımı belirttim ama üstelemedim.” Oppenheimer, bombanın hemen kullanılmasının sayısız Amerikan vatandaşının hayatını kurtaracağını düşünenlerdendi ancak bu düşüncesinin altında çok naif nedenler vardı. Oppenheimer, bombanın kullanılmasından sonra mutlak bir barış olacağını düşünüyordu. Böyle bir silah varken kim savaş çıkarmaya cesaret edebilirdi?

Ilk Test Oncesi
Atom Bombası Testi Öncesi (Görsel Kaynağı: US Department of Energy)

Bilim insanları haricinde, General Dwight D. Eisenhower da teslim olmak üzere olan Japonya’ya böyle bir silahla saldırmanın gereksiz olacağını düşünüyordu. Ancak yetkililerin büyük bir kısmı Rusya’nın yeni bir cephe açmasına izin vermeden savaşa nokta koymayı düşünüyordu. Rusların, 15 Ağustos’ta işe dahil olacaklarından emin olan Amerikanlar bombanın bu tarihten önce kullanılması gerektiğinde hemfikirlerdi. Bilim insanları ise bomba atılmadan önce insanların en azından uyarılmasını istiyorlardı. İnsanların en azından saklanmak için bir fırsatları olması gerektiğini söylüyorlardı, uçaklardan şehirlere el ilanları atılmasını önerenler de oldu. Szilard önderliğinde bombanın kullanılmaması için bir imza kampanyası başlatılmıştı. Oppenheimer ise bu konuda bir şey yapılamayacağını düşünüyordu ama imza kampanyasını engellemedi. Dilekçeler doğrudan Washington’a iletilmese de askeri yollardan gerekli mercilere gönderildi. Ancak mektup yerine ulaştığında artık çok geçti.

Oppenheimer, bombanın Hiroşima’ya atılacağını saldırının arifesinde öğrenmişti. İkinci atom bombası da 3 gün sonra Nagazaki şehrine atıldı. O zamana kadar kendisinin yanlış yönlendirildiğini düşünmeye başlamıştı. Hayatının geri kalanında da yetkililerin kendisine söylediği her şeye şüpheyle yaklaşmaya devam etti.

Peki ya Sonra?

Oppenheimer teorik bir fizikçi olarak başladığı kariyerinde, kendini Nazilerden önce bomba yapmaya dair bir yarışta bulmuştu. Bu yarışta birinci olmaları gerektiğine inancı tamdı. Bu tür bir silahın Nazilerdense Amerikalıların elinde olması gerektiğinden emindi. Oppenheimer’ın bombanın kullanımı ve sonrasındaki etkilerine dair fikirleri ise onu ilginç bir noktaya getirdi. Her ne kadar insanların ölümüne sebep olmak istemiyor olsa da, bombanın savaşı bitireceğini ve kendi vatandaşlarının ölümüne bir son vereceğini düşünüyordu. Ona göre bomba insanların ölümüne sebep olacak olsa da, sadece İkinci Dünya Savaşı’nı değil bütün savaşları bitirecekti. Bu düşüncelere kapılmasının sebebinin, kendisine yetkililer tarafından yapılan yanlış yönlendirme olduğunu bombalar atıldıktan sonra fark etmişti. Oppenheimer gerçekten de bir daha dünyada asla bir savaş olmayacağına inanmıştı ancak yanıldığını hepimiz biliyoruz.

Amerika’ya kesin bir zafer getiren bu bombanın mucidi savaştan sonra bir kahraman ilan edilmişti. Atom Enerji Komisyonu’nda görev alan Oppenheimer dikkatleri kendine çekmişti. Üzerinde toplanan bu bakışlara, başka kimsenin bu bombayı yapmaması gerektiğini söylemişti. Bunun yanı sıra, hidrojen bombasının yapımına da şiddetle karşı çıkmıştı. Kimsede bu bombalar olmamalıydı. Bu yorumları, onu kahraman ilan eden yetkilileri kızdırmıştı. Mart 1941 yılından beri gözledikleri Oppenheimer’ı 1954 yılında yargılamaya başladılar. Bütün özel hayatı ve kariyeri gözler önüne serilen Oppenheimer kendisini kahraman olarak gören halkının önünde rezil edilmiş, aşağılanmıştı. Oppenheimer bütün çalışmalarını Amerika’ya savaşı kazandırmak için yaptığını ve vatanına olan bağlılığının asla sarsılmadığını söylemişti. Ancak bu sözler yeterli olmadı. Oppenheimer bütün yetkilerini kaybetmişti. Bir zamanlar onu yere göre sığdıramayanlar artık ona yargılayan gözlerle bakıyordu.

Atom Bombasi

Savaştan sonra Oppenheimer çok az sayıda bilimsel yayın çıkardı. Nobel ödülüne üç kez aday gösterilmiş olmasına rağmen, ödül kendisine hiçbir zaman verilmedi. Yıllarca süren soruşturma sürecinden sonra 1963 yılında, John F. Kennedy’nin başkanlığındaki ABD hükümeti Oppenheimer’a jest olarak Enrico Fermi Ödülü vermiştir.

Oppenheimer elbette bombayı tek başına yapmadı, ancak onun bilimsel liderliğinin bombanın yapılmasını mümkün kıldığı bir gerçek. Atom bombasının mucidi, 18 Ağustos 1967 yılında hayatını kaybetti. Dünyaya mutlak barışı getirebileceğini düşündüğü bu keşif maalesef onun düşündüğünün aksine, dünyayı çok daha güvensiz bir hale getirdi.

Son Not: Oppenheimer’ın Feza Gürsey’e Mektubu

Oppenheimer’ın o dönem Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Fizik Bölümünde hocalık yapan Dr. Feza Gürsey’e mektup yazdığını biliyor muydunuz? 5 Aralık 1962 tarihli mektupta Robert Oppenheimer Dr. Feza Gürsey’e özel bir mektup yollayarak kendisini ABD’ye çağırıyor. ODTÜ arşivinden aldığımız orijinal mektubu aşağıda bulabilirsiniz:

Oppenheimer in Feza Gursoy a Mektubu
Oppenheimer’ın Feza Gürsey’e Yazdığı Mektup (Görsel Kaynağı: ODTÜ Arşivi)

Bu yazımızı Oppenheimer’ın mektubunu Türkçeye çevirerek bitirelim:

“Sevgili Feza:

T.D’den, gelecek sene burada bir yıl geçirebileceğinizi öğrendim. Umarım öyle de olur; sizden haber aldığımda meslektaşlarıma danışacağım ve olumlu düşüncelerimizi kağıda dökeceğiz. Bana göre en kısa zamanda tekrar gelmeniz çok doğru olur.

İkinize de en içten iyi dileklerimi sunuyorum,

Robert Oppenheimer.”

Kaynakça ve İleri Okuma

Bird, K., & Sherwin, M. J. (2016). American Prometheus: The Triumph and Trafedy of J. Robert Oppenheimer. Vintage Books; Reprint Edition.

Blakemore, E. (2023, July 20). Who is Oppenheimer? The controversial man behind the Atomic Bomb. History. https://www.nationalgeographic.com/history/article/julius-robert-oppenheimer-atomic-bomb-legacy

J. Robert Oppenheimer. Nuclear Museum. (n.d.). https://ahf.nuclearmuseum.org/ahf/profile/j-robert-oppenheimer/

Perfas, S. L. (2023, July 20). Oppenheimer, a complicated man. Harvard Gazette. https://news.harvard.edu/gazette/story/2023/07/closer-look-at-father-of-atomic-bomb/

Rouze, M. (2023, August 1). J. Robert Oppenheimer. Encyclopædia Britannica. https://www.britannica.com/biography/J-Robert-Oppenheimer

 

Bize Destek Olmak İster Misiniz?

  • Dilerseniz Patreon hesabımız üzerinden bize aylık veya tek seferlik bağış yaparak destekte bulunabilirsiniz.

Bağış Yapmak İstiyorum!

Asu Pelin Akköse

Herkese Merhaba! Ben Asu Pelin Akköse. ODTÜ Kimya Bölümü’nde Yüksek Lisans öğrencisiyim. Bütün hayatım boyunca yapmayı en çok sevdiğim şey okumak ve öğrenmek olmuştur. Her zaman araştırmanın, öğrenmenin ve bilgiyi paylaşmanın hayatın en güzel yanı olduğunu düşünmüşümdür. Yeni bir bilgi öğrenmenin verdiği tadı Doğa Filozofu aracılığıyla sizlerle paylaşıyor olmaktan çok mutluyum!

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu